Bozkır'da Kendini "Vazgeçilmez" Gören "Ben!"
M. Emin Karabacak
Bu yazı Bozkır'da görev yaptığım süreçteki "Ben"i anlatmaktadır. Lütfen bu yazıyı "Hiç kimse üstüne alınmasın ancak herkes benim gibi alınsın!"
1072'de Mâverâünnehir'de, Alparslan'a karşı isyan eden Melik Tekin'in en yakın adamı ve bir kale komutanı olan Yusuf Harezmî yakalanarak Alparslan'ın huzura getirilir. Alparslan, serbest bırakılmasını ister fakat Harezmî, Sultanın bir boşluğundan faydalanarak saldırır ve sultanı bıçaklar. Aldığı ağır yaranın etkisiyle bir müddet sonra vefat edecek olan Sultan Alparslan, bıçaklanmanın ardından etrafındaki adamlarına, ibret ve nasihat dolu şu son sözleri söyler ve ardından şehid olur:
"Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allah-u Teâlâ Hazretlerinden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana, ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvetimle mağrur oldum. Kendi kendime "Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir!" diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah'u Teâlâ'dan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!..."
Biz insanoğlu, kendimizi ve yaptığımız işin o kadar önemli olduğunu düşünürüz ki yaptığımız işin kendimizden başka hiç kimsenin mükemmel yapacağına inanmayız. Kimseye güvenemediğimiz için de kolay kolay tatile çıkamayız. Çıksak dahi aklımız hep işte olacağı için tatilden de ruhen yorgun döneriz.
Yaptığımız işe ruhen o kadar zaman ayırırız ki eşimize ve çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız tam anlamıyla yerine getiremeyiz. Bizler, eşimize ve çocuklarımıza zaman ayırarak ailemizi kurtarmak yerine şovanistliğe soyunup vatanı kurtarmaya çalışırız. "Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür de, kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez…" der Victor Hugo. Dünya da değiştirebileceğimiz tek kişinin kendimiz olduğunu ve dünyanın değişmesi içinde öncelikle değişime kendimizden başlamak gerektiği aklımıza gelmez.
İşin özünde işimiz tam yapmadığımız halde çok çalıştığımızı ve insanların bizi takdir etmediğinden şikâyet ederiz. Halimizden şikâyet ettiğimiz halde bulunduğumuz konumu da bir türlü bırakamayız.
Bizler bulunduğumuz konumu ancak ya sağlık sorunlarından ya yaş haddinden ya da başka nedenlerden dolayı bırakmak zorunda kalırız. Aslında bizim psikodinamiğimizde; işlerin yoğunluğundan daha çok yaptığımız işlerin başkaları tarafından yapılması korkusu yatmaktadır. Yaptığımız işin başkaları tarafından da yapıldığını görmek kendimizi önemsiz bir kişi haline getireceği korkusu yatmaktadır.
Bizler, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in: "Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışın." (Câmiu's-Sagîr, II/12) hadisinin ilk kısmını dikkate aldığımız için ahiretimizi kurtaracak ve kulluk görevimizi ifa edecek ibadetleri yerine getirmeyi de aklımıza getirmeyiz.
Bizim bu dünyada kalıcı ve "vazgeçilmez" gösteren durumumuzu bir hikâye ile anlatmak istiyorum.
Bir gün bir doktora "gerginlik ve tedirginlikten" şikâyetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu fakat kendisinin rahatsız olduğunu işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş.
Doktor: "Bu işleri başka biri yapamaz mı ya da başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş.
Adam: "Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor!" diye cevap vermiş.
Doktor: "Sana bir reçete vereceğim, bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor!" diyerek reçeteyi eline vermiş.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede: "Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin" yazıyormuş.
Hasta adam: "Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık? diye sormuş.
Doktor: "Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezara gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkânı olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam edildiğini göreceksin" demiş.
Yukarıdaki hikâyede de olduğu gibi bulunduğumuz nokta da kendimizi "Vazgeçilmez" gören hâlbuki orada problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varamayan bizler için de doktorun reçetesi geçerli değil mi? Aslında, kendisinde bu adam gibi hastalık bulunan herkes için geçerli bir reçete değil mi?
Sign up here with your email
ConversionConversion EmoticonEmoticon